10 Şubat 2011 Perşembe

AN

   Onunla uzun zamandır görüşmüyordum. Eğer yanılmıyorsam, son görüşmemiz İstanbul dışında olmuştu. Ilık bir yaz gecesiydi... Merdiven aralığındaki soğuk basamaklara oturmuş, gözlerimizin içine bakmıştık. Gökyüzü karanlığı siliyordu… Ay, ışıyordu tepemizde…
   Bir anda elini başımın arkasına götürdü ve kendine doğru çekti beni. Kalın ve ruj kokan dudaklarıyla bütünleştirdi dudaklarımı… Tüylerim ürperdi…
   Sokuldum ona doğru…
   Nefesi sigara kokuluydu… Çok içerdi mereti… Günde neredeyse iki paket yakardı.
   Soluksuz kalmıştım. Gözlerimi kapatıp, tadını çıkarmıştım öpüşmelerin… Sesleri yankılanıyordu boşlukta dudaklarımızın. Nemlenmiştiler...
   İlk o ayırmıştı dudaklarını… Sonra, elleriyle yanaklarımı sıkıca tutup gülmüştü… Sıcacıktı…
   Hiç konuşmamış, kalkıp evine doğru yürümüştü… O gece ben deniz kıyısında uyudum; Soğuk kumun üzerinde, yıldızların kıpırdanışlarına bakarak…
   Ertesi gün uyanır uyanmaz evine gittim… Kapıyı çaldım. İçerisi sessizdi… Daha şiddetli vurmaya başladım ahşap kapıya… Yine ses yok… Kalbim hızlıca atmaya, midem ezilmeye başladı… Korkum, bedenime böyle etki ederdi her defasında.
   Demirli cama yürüdüm. Yatak odasıydı orası… Seslendim, vurdum hatta…  Derin uyuyor heralde  dedim…
   Sigara yakıp sahile yöneldim…
   “ Beyefendi buradan nereye döneceğim? ”
   Anılarımdan, gerçek anıma adımımı bu soru attırdı bana.
   “ Ben burada ineyim. Borcum ne kadar? ” dedim.
   “ Dokuz lira! ”
   “ Şöyle vereyim ” dedim on lira uzattım taksiciye… “ İyi akşamlar. ” dedim, indim… Cevap vermedi.
   Hava soğuktu. Biraz yürüdükten sonra buluşacağımız kafeye girecektim… Heyecanlıydım. Dile kolay on iki sene sonra görecektim onu… İlk sevgilim sayılmasa bile, benim için değerli olanlardan biriydi…
   Sigara içip içmemek konusunda tereddütte kaldım.
   “ En iyi sigara, soğukta içilendir!” düşüncesini ortaya atan biriydim… Dayanamadım, çıkartıp sigaramı derince yudumlandım.
   İzmariti, su birikintisine attım. Turunculuk, simsiyah oldu.
   İçeri girdim. Bütün masalar doluydu… Kalabalıktan nefret ederdim. Tüm yüzlere baktım, onun sıcaklığını görmeye çalıştım. Daha gelmemiş diye düşünürken en köşedeki masadan usulca bir el kalktı havaya doğru… Evet oydu! Hızlıca yanına gittim. Ayağa kalktı. Sarıldık… Eli elimdeydi… Hiç soğumamıştı…
   Bıraktığım gibiydi, gözleri, elleri, yüzü…
   Dudaklarıysa değişmişti… Sanki eskimişlerdi…
   Karşısına oturdum… Yine hiç ağzımızı açmamıştık…
   “Nasılsın? ” dedim, “ çok güzel gözüküyorsun ve sana bir şey söyleyeyim mi? Hiç değişmemişsin…”
   “ İyiyim, daha doğrusu iyi olmaya çalışıyorum… Teşekkür ederim ama; aslında çok değiştim…” dedi. “ Senin nasıl gidiyor hayatın? ”
   Garson geldi… Birer sade kahve istedik… Eskiden de böyleydi, şeker dahi atmazdı kahvesinin içine…
   “ Beni biliyorsun, yazar olma hevesim vardı o zamandan beri… Bunu gerçekleştirdiğimi düşünüyorum… Hikayeler yazıyorum… Yeni bir kitabım çıkacak yakında onunla uğraşıyorum şimdi de…”
   “ Bilmez miyim? O kadar sevindim ki senin röportajını gazetede görünce… Hedeflerinin hep peşinden gittin heralde… Keşke ben de yapabilseydim bunu…”
   “ Sen üniversiteyi ne yaptın? Okumadın mı yoksa?”
   “ Konservatuarı kazandım, ilk sene okula devam ettim… Sonradan canım sıkıldı. Uğraşamadım git gel git gel hergün… Bir de sıkılırım hemen her şeyden…”
   “ Ee ama sen çok istiyordun orada okumayı, o kadar da çalışmıştın yanlış mı hatırlıyorum?”
   “ Ya evet doğru söylüyorsun ama… Olmadı işte, boş ver!”
   Kahvelerimiz geldi… Eli hemen şeker kutusuna yöneldi. Kapağı kaldırıp, üç şeker aldı. Tek tek içine attı kahvesinin sonra sessizce karıştırdı…
   “ Şekersiz içerdin… ” dedim.
   “ Oo yazarcım hatırlıyorsun demek… O seneden sonra başladım şekere… Hayatım belki tatlanır diye ama olmadı…”
   Gülüştük… Sigarasına uzandı… Çekti, dudaklarının arasına götürdü… Ateşledim hemen, sonra kendiminkini yaktım…
   “ Hala içiyor musun günde iki paket? ” dedim…
   “ Evet, hiç azaltmadım hatta bazen üçüncü paketi bile açıyorum…” dedi…
   Kalabalığın sesi uğutlu haline gelmişti artık… Rahatsız olmuştum. Bunu fark etti. Yapacak bir şey yoktu ama…
   Bakışları beni eskiye götürdü… Değiştiler… Keskinleşip, sevişme isteği duyar gibi oldular… Bir şey diyemedim…
   Kalktı yerinden… Tuvalete gidecek sandım. Yanıma geldi. Kolumdan tuttu… Kulağıma eğildi sonra… “ Kahveyi boş ver… Bana gidelim, aynı kalmış mıyım bakarsın…” dedi.
   Bir anda elini başımın arkasına götürdü ve kendine doğru çekti beni. Kalın ve ruj kokan dudaklarıyla bütünleştirdi dudaklarımı…
   Tüylerim ürperdi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder